Prof. Dr. Ekrem KALAN , Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Rektörü
İki Rüya Bir Fetih…
“Yeryüzü onun gibi bir padişah görmedi. Gök de ona çadır gibi gölgelik eder”.
İbn Bibi
Anadolu Selçuklu Devleti’nin büyük hükümdarı Sultan Alaaddin Keykubat, Selçuklu Devleti’ne ikinci altın çağını yaşatmıştır. Bu yıl Akdeniz’in incisi Alanya’nın, Sultan Alaaddin Keykubat tarafından fethinin 800. Yıldönümü. Bu sebeple de Sultan Alaaddin ve onun hayatında önemli bir yere sahip olan Alâiye şehrine dair birkaç kelam etmek icap edecektir.
Babası I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in 1211 yılındaki ölümü üzerine ağabeyi Sultan I. İzzeddin Keykavus ile girişmiş olduğu taht mücadelelerinde mağlup olan Melik Alaaddin, ağabeyine teslim olmuş ve Emir Seyfeddin Ay-aba gözetiminde Malatya’da Fırat Nehri kıyısında bulunan Minşar Kalesi’ne hapsedilmiştir. Melik Alaeddin, hapsedildiği 1212 yılından ağabeyi I. İzzeddin Keykavus’un ölüm tarihi olan 1220 yılına kadar 8 yıl boyunca Minşar Kalesi’nde her an öldürülme tehlikesiyle tutuklu kalmıştır.
Bir gün Melik Alaaddin namazgâhta namazını kılmış, oturmuş dualar okuyup, dışarı baktığı esnada bir tepenin üzerinden hızla gelmekte olan bir süvari kâfilesini görünce o gece gördüğü rüyayı hatırladı. Bir önceki gece rüyasında, latif ve nurlu bir yaşlı adam Melik Alaaddin’in ayağındaki bağları çözmüş, yani onu azat etmiş ve kollarının arasına alıp kucaklayarak: “Ömer Muhammed Sühreverdî’nin sevgisi her zaman Padişah Alaaddin Keykubad iledir” demişti. Melik Alaaddin, her ne kadar böyle anlamlı ve güzel bir rüya görmüş, nurlu kalbinde onun yorumunu yapmış idiyse de o süvari grubunu görünce büyük bir korkuya kapıldı. Kendi kendine, ağabeyinin kendisi hakkında vermiş olduğu hükmün tatbiki için süvarilerin geldiğine kanaat getirerek, rüyasının boş bir hayalden ibaret olduğu düşünmeye başlamıştı.
Oysaki Melikü'l-Ümera Seyfeddin Ay-aba, Melik Alaaddin’e ağabeyinin vefat haberini verip, kendisini tahta çıkarmak maksadıyla geldiğini ifade etmişti. Melik Alaaddin’in ikna olması için de beraberinde getirmiş olduğu I. İzzeddin Keykavus’un sarığı ve yüzüğünü de Melik Alaaddin’e sunmuştu. Aldığı haberle rahatlayan ve sevincini gizleyemeyen Melik Alaaddin hazırlıklarını yaparak, tahta çıkmak üzere önce Sivas’a, oradan da başkent (Dâr’ül-Mülk) Konya’ya doğru yola çıkmıştı.
Sultan Alaaddin Keykubat’ın tahta çıkışı sadece başkentte değil, tüm Anadolu Selçuklu topraklarında büyük bir sevinç ve mutlulukla karşılanmıştı. Günlerce süren kabuller verilen birbirinden değerli hediyeler… Ancak en değerli kabul ve yine en değerli hediye Bağdat’tan yola çıkandı. Sultan tahta çıkar çıkmaz o dönemin Abbasi Halifesi Nâsır-Lidinillah ünlü âlim Şihâbeddin Sühreverdî liderliğinde bir elçi heyeti göndererek Sultan Alaeddin Keykubad’a saltanat alametleri göndermiş ve kendisinin iktidarının meşruiyetini tüm İslam Dünyası’na ilan etmiştir. Sultan ile Sühreverdî Hazretleri’nin ilk karşılaşmaları esnasında Sultan şaşkınlık ve sevince gark olmuştu. Nitekim Minşar Kalesi’ndeki hapis hayatının son gecesinde gördüğü rüyada ayaklarındaki bağı çözen, onu teskin ve teşvik eden, ona saltanatı müjdeleyen Ömer b. Muhammed Sühreverdî’nin şahsıyla karşı karşıya olduğunu anlamıştı. Bakışma ve görüşme yerini kucaklaşmaya ve sohbete bırakınca Şeyh: “Ben Ömer Muhammed Sühreverdî'nin aklı, o zindan gecesinden beri hep sizi düşünmekle ve merak etmekle meşguldü. Allah'a şükürler olsun ki, kurtuluşu olmayan vaktin erişmesinden önce birbirimizi görme konusundaki dileğimiz gerçekleşti.
Böylece Sultan Alaaddin Keykubat’ın hayatındaki en önemli rüyalardan ilki bu şekilde gerçekleşmiş oldu.
Sultan tahta çıkar çıkmaz cihangirliğin bir gereği olarak fetih hazırlığı emri vermiştir. Selçuklu Emirleri Mübarizeddin Ertokuş ve Esadeddin Ayaz: “Kalonoros kalesinin yanında, gök düz bir araziye benzer. Orası, geçit vermeyen dağlar, granit taşlardan yapılmış bir hisar ve deniz tarafından bir hendekle çevrilmiş olması yüzünden karada Sis topraklarına hâkim olmuş, deniz tarafından ise, Mısır padişahlarının üzerine ağır vergiler yüklemiştir. Yüksek yerleri yıldızlara değen o kale siz padişahımızdan başkasına taht yeri olamaz” diyerek Sultanı Akdeniz kıyısında olan ve güzelliği dillere destan Kalonoros (Alanya) Kalesi’ni fetih için ikna etmişlerdi.
Sultan, birkaç gün eğlence meclisleri düzenledikten sonra, ordusuyla Konya’dan Kalonoros’a doğru harekete geçti. 8 gün boyunca ordu zafer ve fetih yolunda akın akın ilerlemeye başlarken Sultan, düşmanının işini bitirmek için dünyayı avlayan ordularının üç gruba ayrılmasını buyurdu. Buna göre bir grup, çevik kaplanlar gibi sarp kayaları zıplayıp geçecek; bir grup timsahlar gibi deniz tarafından savaşa girecek; bir grup da hızlı dalgalar gibi gemilerle kale üzerine yürüyeceklerdi. Ayrıca yüksekliğine göğün hayran kaldığı ve her zaman kara bulutların altında saklı kalan oradaki dağa, dağ gibi bir mancınığı arabayla çıkaracaklar ve o tepenin üzerinde savaş sırasında sert kayaları çimen sayan yiğitler yerleşecekti. Ordu muhtemelen sonbahar sonlarında batıdaki yol vasıtasıyla Kalonoros’a ulaşıp, kaleyi kuşattılar. Kuşkusuz denizden gelecek yardımlara karşı önlem almadan, kaleyi karadan kuşatmanın bir faydası yoktur. Bu şekilde kaleyi teslim almak çok zordur. Fakat seferin kış aylarında yapılmış olması belki de denizden gelebilecek yardımın önünü kesmek amaçlıdır.
1221 yılının başlarında ordu kalenin etrafını çepeçevre sardı. Askerlerin attığı ok yağmurundan kale halkı şaşkına döndü. Sultan'ın buyruğu üzerine kalenin etrafına yerleştirilmiş olan 100 ağır mancınığı çalıştırdılar. Mevsim kış olmasına rağmen hava amber kokuyor, buluttan kâfur yağıyordu. Bu şekilde iki ay savaştılar. İki ay sonra Sultan, bir gece her zaman yaptığı gibi nafile namazını kıldıktan sonra büyük bir huşu ve yakarış içinde Yüce Allah'tan kalenin fethini sordu. Aynı gece uyku bastırınca rüyasında güzel yüzlü, melek çehreli bir şahsın kendisine şu sözleri söylediğini gördü: Şiir:
“Bu sarp kalenin başka bir örneği yoktur. Kimsenin orda savaş yapmaya gücü yoktur.
Fakat Cihanı Yaratan senin destekçindir. Böyle bir kaleyi almak da ancak senin işindir.
Askerin göğe saldırsa, güneşin beynini dağıtır.
Eğer deniz tarafından savaşa girersen, timsah korkudan karaya kaçar.
Yine de böyle muazzam bir taht yeri ancak Allah’ın desteğiyle alınabilir.”
Sultan bu müjdenin sevinciyle uykudan uyanınca divit isteyerek bu beyitleri bir kâğıt parçasına yazdı.
Melekler aleminden Sultan'a müjde geldiği gece kale sahibi Kyr Vart’a da rüyasında gaipten savunma ve karşı koyma konusunda bir uyarı geldi. Gaflet ve cehalet uykusundan uyanınca itibar sahibi kişilerini çağırarak: “Biz Sultan’ın ordusuna dayanamayacağız. Her ne kadar kalemiz ve hisarımız yıldızlarla diz dize, kartallarla yan yana olsa da kaderin yazısından ve hükmünden kurtulmak mümkün değildir. Onun için Tanrı’nın desteğine sahip bir padişahla yabancılığı bırakıp tanışmak gerekir. Çünkü semavi bir güce ve kuvvete karşı koymak akla ve mantığa uygun düşmez.” dedikten sonra bir habercisini daha önce aralarında komşuluk
yakınlığı, birbirlerine gidip gelme dostluğu ve mektuplaşma ilişkisi bulunan Antalya Subaşısı Emir Mübarizeddin Ertokuş’a gönderdi. Bu haber üzerine Sultan'ın alnında sevinç izleri ve mutluluk belirtileri göründü. Emir haberciye: “Benim tavsiyem, Kyr Vart kafasından endişeyi atsın ve devrin padişahının hükümlerine uymayı kendisine meslek yapsın. Gönlünden kale sevdasını atarak Sultan’ın mübarek gölgesinde sığınak arasın.” deyip geri gönderdi. Haberci Olanları başından sonuna kadar Kyr Vart’a anlatınca, Kyr Vart kaleyi teslim işine girişti. Böylece Sultan Alaaddin Keykubat’ın ikinci rüyası ve en nihayetinde fetihlerinin en kutlusu gerçekleşmiş oldu.
Kalenin teslim edilmesi Sultan tarafından hüsn-ü kabul görmüş ve Sultan tarafından Kyr Vart’a Konya’nın Akşehir Beyliği menşuru ile 5 köyün mülkiyeti bahşedilmişti. Sultan bununla da yetinmemiş, Kyr Vart’ın kızı Hand Hatunu kendisine eş olarak alıp, Selçuklu tarihinde adını sık duyduğumuz Mâhperi Hatun olarak değiştirmiştir. Mâhperi Hatun’dan olan oğlu Gıyaseddin, babasının yerine II. Gıyaseddin Keyhüsrev unvanıyla tahta çıkacaktır.
Sultan Alaaddin Kalonoros’u fethettikten sonra burada kapsamlı imar faaliyetlerine girişecek ve başkent Konya’da olduğu gibi 140 burç inşa ettirecektir. Ardından buraya kendi adına atfen “Alâiye” adını verir ki, bunu “Ondan sonra o yerin adı, adımız ve lakabımızla şeref kazansın” şeklinde izah eder. Sultanın yeniden kurduğu Alaiyye’nin unvanı da Barış Şehri anlamına gelen Dârü’l-Emân’dı. Alâiye’nin fethinden sonra burası başta Sultan Alaaddin Keykubat olmak üzere evladı tarafından da kışlık başkent olarak kullanılmaya başlayacaktır.
Bugün Alanya adıyla maruf şehrimizde Alanyalı Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun destekleriyle kurulan ve hatta bizzat kendisi tarafından adı konan Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi, fatihe ve ecdada olan sorumluluğunu yerine getirmek amacıyla var gücüyle çalışmaktadır.
Prof. Dr. Ekrem KALAN
Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Rektörü
HABER: İbrahim AKDAĞ