Bugünkü Hatay iline karşılık gelen bölge 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması ile Fransa’ya bırakılmış, ancak Fransa’da Ankara’nın arzusu doğrultusunda nüfusun yaklaşık %39’unun yaşadığı Türklere ve toprak mülkiyetinin büyük bölümünün Türklerin elinde bulunduğu bölgeye ayrı statü tanımıştır.
1937 yılı itibariyle Avrupa devletleri arasındaki politikalar Türkiye’nin lehine gelişmiştir. Türkiye’nin Almanya ile ticari yakınlaşmasını gören İngiltere ve Fransa, Milletler Cemiyeti’nin Türkiye’nin Almanya’dan uzaklaşması adına Hatay’ın “ayrı bir birim” olduğu kararını almıştır. Bağımsız devlet olan Hatay, 29 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararı almıştır. Hatay’ın jeopolitik değeri geçmişte olduğu kadar bugünde önemi korumaktadır. Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in güvenliği ve ulusal çıkarının korunması bağlamında Hatay’ın konumu büyük önem arz etmektedir.
Hatay’ın konumu itibariyle doğu-batı ve kuzey güney doğrultusunda uzanan yollar üzerinde pozisyonuyla jeopolitik açıdan büyük önem taşımaktadır. Ayrıca sadece Belen geçidi doğuda Amik Ovası ile batıda Akdeniz’e açılan İskenderun Limanına uzanan konumuyla, Mezopotamya, Irak ve Mısır’ı Akdeniz’e bağlayan stratejik bir değerdir. Doğu-batı ticari ilişkilerinin devamlılığı için kısa ve ekonomik güzergâh deniz yoluyla bu bölgeden geçmektedir. Bu özelliğiyle Hatay, Anadolu’ya hâkim olmak isteyen devletin, doğu batı ilişkilerini kontrolünde tutabilmesi için Hatay’ı elinde bulundurması gerekmektedir.
HATAY’IN ORTADOĞU, DOĞU AKDENİZ VE KKTC’NİN GÜVENLİĞİ BAKIMINDAN ÖNEMİ...
Hatay konumu itibariyle kadim tarihinde olduğu gibi bugünde Türkiye’nin ulusal güvenliği ve çevre coğrafyasının jeopolitiği açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası teorisini geliştirdiği, Soğuk Savaşın bitişi ile uygulamaya koyduğu ve son olarak “Arap Baharı” süreci ile vücuda getirmeye çalıştığı Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) kuzey Afrika ile birleştirilmesinde Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Suriye’nin kuzeyi ile kuzey Irak’ı kontörlü gerekmektedir. Bu bölgeleri içeren coğrafya göz önünde bulundurulduğunda Hatay’ın içinde bulunduğu Ortadoğu güç dengeleri ve bloklar arası çekişme alanı, deniz yolları ve 19. Yüzyıldan itibaren petrolün kontrolü önem kazanmıştır. Burası tarihi İpek Yolu ve hatta “Yeni İpek Yolunun” geçtiği, önemli boğaz ve su geçiş yollarının düğümlendiği bir bölgedir. Dolayısıyla Hatay, Anadolu’nun güneye açılan kapısı, Anadolu kilidinin altın anahtarıdır.
PKK’nın organik kolu olan PYD, Suriye’nin kuzeyinde bir “terör idaresi” kurmak üzere ABD ve Rusya ile pazarlıklarını sürdürmektedir. Kuzey Irak Kürt yönetimi ile Suriye’nin kuzeyinde kurulması planlanan “kukla” terör yönetiminin birleşmesi ve bu koridorun doğu Akdeniz’e ulaşması hedeflenmektedir. Bunun içinde elbette en büyük engellerden biri stratejik konumu itibariyle Hatay olduğu görülmektedir. Neredeyse 10 yıldan fazla PKK, Hatay’ın dağlarında dolaşmaktadır.
29 Ağustos 2018’de dönemin Suriye dışişleri bakanı Velid Muallim evinin balkonundan Hatay’a doğru parmağını göstererek “İskenderun Suriye'nin sancağıdır ve onu bir gün er ya da geç zorla da olsa alacağız”(Akşam, 2018) diyerek Türkiye’ye karşı tehditkâr açıklamalar bulunmuştur. Suriye’de Esad rejiminin dışişleri bakanının bu sözlerinin ardından ne Rusya’dan ne de ABD’den Türkiye’yi destekleyen net açıklamalar gelmemiştir. Hatay konumu itibariyle İskenderun Körfeziyle Ortadoğu, Orta Asya ve Azerbaycan enerji kaynaklarının dünyaya açıldığı terminaldir. Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD terör idaresi olması yolunda Rusya-ABD ve Esad rejimi anlaşma süreci içinde olduğu görülmektedir.
Yakın zamanda ABD bu bölgedeki petrol gelirini PYD’ye bıraktığını açıklamıştı. Netice itibariyle ABD, Suriye’nin bu bölgesini, Afganistan, Irak, Akdeniz enerji kapsamında kontrol edilmesi gereken önemli bir kavşak olarak görülmektedir. ABD’nin bu hamlesi, PYD’yi meşrulaştırmak adına önemli bir adım olarak görülmektedir. (Deustche Welle, 2020).
Kurulması hedeflenen PYD kukla idaresinin yönetimin görevini tam olarak yerine getirebilmesi için Doğu Akdeniz’e çıkışı olması gerekmektedir. Çünkü karasal coğrafyaya hapsolmuş bir Kürt yönetiminin denizle bağlantısı ve enerji terminali güzergâhında olması amaçlanmaktadır. Jeopolitik konumu ile Hatay’ın bu proje önündeki en büyük engel olarak görülmektedir. Çünkü Hatay, Anadolu’dan Suriye’ye ve Ortadoğu’ya geçiş yolu olması ile beraber Afrika ve Avrupa’ya açılan liman kenti olması sebebiyle doğu ticaretinin merkezidir. Anadolu’nun doğal uzantısı olan Kıbrıs adası Türkiye için Doğu Akdeniz’deki adeta “batmaz uçak gemisidir.” Aynı değer görülmesi gereken Hatay, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyasının altın kapısıdır. Dağlık Karabağ ile Hatay, coğrafi olarak uzak olmalarına rağmen ABD, Rusya ve AB açısından stratejik önemi neredeyse aynıdır. Çünkü Hazar havzasının bereketli enerji kaynakları ile güney Kafkasya’nın stratejik değeri ancak Hazar petrollerinin İskenderun körfezi üzerinden doğu Akdeniz’e ulaşması ile artacaktır. Amaçlanan bu stratejide Suriye’nin kuzeyinde kurulması planlanan kukla PYD terör yönetiminin denize çıkışı sağlanması gerekliliği göz önünde bulundurulmalıdır.
Derin tarihi geçmişinde olduğu gibi bugün de Hatay, Doğu Akdeniz jeopolitiği ve Ortadoğu siyasetinin belirleyici unsurlarından biridir. Arap Baharı sürecinde ABD ve Rusya’nın vekâlet güçleri olarak kullandığı PKK’nin organik devamı olan PYD/YPG/SDG gibi terör örgütlerinin meşru zemine oturtularak “devletleştirilmeye” çalışıldıkları görülmektedir. Suriye’nin kuzeyinde kurulması planlanan “terör koridorunun” Kuzey Irak Kürt yönetimi ile birleşmesi ve son olarak bu hattın Doğu Akdeniz’e çıkışı sağlanarak Türkiye’nin çevrelenmesi hedeflenmektedir. Ayrıca KKTC’nin güvenliği de bu şekilde tehdit altında olacaktır. Bu amaçlar doğrultusunda en kritik bölge olarak tarihte olduğu gibi Hatay göze çarpmaktadır. Hatay’ın Türkiye’den hukuken koparılmasının mümkün olmadığını görenler, fiilen, Hatay’ı “terörize” ederek, istikrarsızlaştırarak bunu başarmanın niyetinde olduğu görülmektedir.
Hatay’ın güvenliğinin, Doğu Akdeniz’in, KKTC’nin ve Karabağ’ın güvenliği ile doğru orantılı olduğu göz önünde bulundurulması, Türkiye’nin gelecekteki dış politikasının şekillenmesinde büyük önem arz etmektedir.