Sağlık
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 32211
Yenidoğan bebeklerin binde biri “çarpık ayak (pes ekinovarus)” sorunuyla dünyaya geliyor. Bu sorunla dünyaya gelen ve Acıbadem Atakent Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Salih Marangoz tarafından tedavi edilen çocuklar ve aileleri Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi’nde düzenlenen Dünya Pes Ekinovarus (PEV) Günü etkinliğinde bir araya geldi. “Sağlık Olsun” adlı çocuk tiyatrosu oyununda oyunun kahramanlarına keyifle eşlik eden çocuklar, daha sonra da etkinliğin ünlü konuğu Orhan Osman’ın (Buzuki Orhan) müziğinin tadını çıkardılar. Sanatçı, kolikli bebekler için yaptığı anne karnındaki sesleri andıran müzikleri PEV’li çocuklar için de seslendirdi.
Yenidoğan bebekler ve onlara abi ablalık yapan büyük çocuklar
Tedavileri sayesinde “düzgün basabilen”, üstüne üstlük rahatça koşup oynayabilen onlarca çocuk, aileleri, onlara güzel vakit geçirtmek için hazırlanmış çocuk tiyatrosu ekibi ve rengarenk kıyafetleri ve kocaman ayakkabılarıyla toplarını çeviren palyaço... Bir şenlik alanına benzeyen etkinliğe gelmiş olan çocukların bir kısmı henüz birkaç aylık olsa da kendilerinden büyük abileri ve ablaları önce kukla tiyatrosuna eşlik ettiler, sonra da Buzuki Orhan’ın anne karnındaki sesleri andıran müziğinin tadını çıkardılar. Anne babaları ise etkinlik sonrasında sorularını, çocuklarının tedavisini yapan Prof. Dr. Salih Marangoz’a yöneltti.
Hamileliğin 16. haftasında belli oluyor
Çarpık ayak hastalığının geçmişte anne karnındaki duruş pozisyonuyla (sıkışmayla) ilgili olduğu sanılsa da bu görüş geçerliliğini yitirmiş durumda. “Bu, kalıtımsal bir durum değil ama bu tarz bir rahatsızlığın ortaya çıkmasına çocuktaki bir takım genetik faktörlerin yol açtığı düşünülüyor. Bu sorun, hamileliğin ortalama 16. haftasından itibaren yapılan ayrıntılı ultrason görüntülemesiyle perinatologlar tarafından teşhis edilebiliyor” diyen Acıbadem Atakent Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Salih Marangoz, hamilelikte fark edilmese bile hastalığa hemen doğum sonrasında tanı konulabildiğini belirtti. Prof. Dr. Salih Marangoz, tedavi süreci hakkında şu bilgileri verdi: “Teşhis konulmasından sonra aileler bizimle bağlantıya geçiyor. Tedaviye gelindiği zaman ayaktaki eğriliği haftalık olarak yapılan esnetmeler ve alçılamalarla derece derece düzeltiyoruz. Belirli bir safhaya geldikten sonra da ufak bir cerrahi girişimle düzeltmeyi tamamlıyoruz. Bu düzeltmeden sonra sorun nüksetmesin diye belli bir süre arası çubuklu özel ayakkabı olarak tarif edilebilecek “ortez” giymelerini sağlıyoruz. Ortez üç ay süreyle gece gündüz kullanılıyor. Üç ayın sonrasında süre azaltılıyor ve çocuk 4-5 yaşına gelene kadar azalan sürelerle kullanılıyor.”
“Anne adayları, Pes Ekinovarus’tan korkmayın!”
“Bugün aramızda PEV’li bebek bekleyen anne adayları da var” diyen Prof. Dr. Salih Marangoz, etrafta neşeyle koşan çocukları göstererek, zamanında ve doğru müdahale ile en umutsuz görünen vakaların bile normale dönebildiğinin altını çizip anne adaylarına PEV’den korkmamaları yönünde çağrı yaptı.
“Doğru tedaviyi ancak 18. aydan sonra bulduk”
3,5 yaşındaki Erdem’in annesi Münevver Öztürk, oğlundaki sorunun hamileliğinin 16. haftasında teşhis edilmiş ve doğumdan hemen sonra da Antalya’da tedaviye başlanmış olmasına karşın 18 aylık olana kadar düzelmediğini, aksine durumun kötüye gittiğini belirterek sözlerine şöyle devam etti: “Bu esnada Dr. Salih Bey’den haberdar olduk ve tedavi için İstanbul’a geldik. Alçılamalar, aşilotomi ve ortez tedavisi başladıktan 3-4 ay sonra, tam olarak 2. yaş gününde Erdem ilk kez yürümeye başladı. Şu anda her iki ayağı da daha önce hiç olmadığı kadar düzgün. Hâlen günde 10 ila 12 saatlik ortez tedavisine ve kontrollerimize devam ediyoruz.”
“Doğumdan 13 gün sonra tedaviye başladık”
Reyhan ve Gökhan Birinci’nin kızları Amine Hüma şu anda 14 aylık. Amine Hüma’nın sol ayağının PEV’li olduğu hamileliğin 23. haftasında yapılan detaylı ultrasonla anlaşılmış. Kızının durumuyla ilgili bilgi veren Reyhan Birinci yaşadıkları süreci anlattı: “İlk 15 günü çok büyük üzüntüyle geçirdik ama hemen sonrasında araştırmaya başladık, bir hastaneye gittik. Oradaki doktorlar da tedaviyle kızımızın normal yaşantısını sürdürebileceğini belirtince ikna olduk. Bir de bu araştırma sürecinde çok daha sorunlu gebelikler görünce bizim en azından bir tedavimizin olması içimizi rahatlattı. Sonra Salih hocayı bulduk ve doğumdan 13 gün sonra tedaviye başladık. Aşilotomiyle birlikte toplam 5 alçı yapıldı. Kızım bir yaşını geçer geçmez yürümeye başladı ve şu anda da her şey yolunda.”
“Oğlum şu anda tenis oynayabiliyor, çok hızlı yüzüyor”
Şu anda ikinci çocuğunu bekleyen Serra Sütekin, oğlu Can’ın sol ayağının PEV’li olduğunu hamileliğinin 20. haftasında öğrenmiş. “Her anne baba gibi bizim için de çok büyük bir şok oldu” diyen Serra Sütekin yaşadıkları süreci aktardı: “Bizi neyin beklediğini bilmiyorduk ama araştırınca çok kötü hikâyelerle karşılaştık. O yüzden ben insanların akıllarındaki soruları doktor dışında herhangi birine sormalarını tavsiye etmiyorum. Araştırmalarımız sırasında Salih Bey’i bulduk ve kendisi bizi çok rahatlattı. Ben yurt dışında doğum yaptım ve tedaviye birkaç hafta daha geç başladık ama bu sorun olmadı. Aileler tedaviye genellikle doğumdan hemen sonra başlamak istiyorlar, fakat bu bebek için huzursuz edici olabiliyor, özellikle de kuvözdeki bebekler için. Biz ilk alçılamayı 20 günlükken yaptık. 4 alçılama ve 1 aşilotomi sonrasında ortez kullanmaya başladık. Oğlum 3,5 yaşında ve çok aktif. Hiç yerinde durmuyor, çok hızlı yüzüyor, tenis oynuyor. PEV bizim için bir engel değil. İkinci bebeğimiz de oğlan. İstatistikler ikinci bebekte de PEV olma olasılığının ilk bebeğe göre daha yüksek olduğunu söylüyor ama bebeğimizde bir sorun yok. Olsaydı da korkmazdık çünkü tedavisi var.”
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 51668
Sarı nokta hastalığından korunmak için kilo kontrolü şart!
Çevrenizdeki renkleri soluk, yazıları dalgalı, çizgileri kırık görmeye başladıysanız; sarı nokta hastalığından şüphelenmeli ve hemen bir hekime danışmalısınız. Hastalığın nedeni; retina tabakasında metabolik artıkların birikmesi ve dolaşım problemi sonucu yeni damarların oluşmasıdır. Bu hastalıktan korunabilmek için yüksek tansiyonu, kandaki yüksek yağ düzeylerini dengelemek ve kilo kontrolünü sağlamak gerekir
Batıgöz Sağlık Grubu’ndan Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Op. Dr Fatma Oktay, sarı nokta hastalığı ile ilgili bilgiler verdi…
“Hepimiz yaşımız ne olursa olsun net bir görüş isteriz ama yaşlanmayla birlikte kimi görme kusurları kapımızı çalar. Yakını, uzağı göremez hatta bazen görüntüleri kırıklı ve puslu görebiliriz. Fakat bir de görüntünün yer yer karanlık ve bazı kısımlarının olmadığını düşünün. İşte sarı nokta hastalığında ilk ve en belirgin durum budur.”
Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Op. Dr Fatma Oktay, kendisine gelen hastalarda sarı nokta ile ilgili temel şikayetlerin; kişinin baktığı yerin ortasını görmekte zorlanması, özellikle düz çizgilerin kırık ya da eğri görülmesi, karartılar görme ve görüntü kalitesinde azalma olduğunu belirtti.
Özellikle 50 yaş üstü kişilerde daha sık rastlanan ve dünyada körlük sebepleri arasında ilk üçte yer alan sarı nokta hastalığı yani yaşa bağlı makula dejenerasyonunun iki tipi vardır: Kuru tip ve yaş tip.
KÖRLÜĞE SEBEP OLABİLİR
Batıgöz Sağlık Grubu’ndan Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Op. Dr Fatma Oktay, “Kuru tip, sarı nokta hastalarının yüzde 90’ını oluştururken, geri kalan yüzde 10’luk hastada görülen yaş tip az görülmekle birlikte körlüklerin yüzde 90 gibi büyük bir kısmını oluşturur. Kuru tip de ilerleyen zamanlarda yaş tipe dönebilmektedir” diyerek dikkatli olunması gerektiği konusunda da uyardı.
Hastalığın sebepleri tam olarak bilinmese de en önemli iki faktörün kalıtsal yani genetik faktörler ve ileri yaş olduğu saptanmıştır. Aile bireylerinde sarı nokta hastalığı olan kişiler yüksek risk grubundadır. Bunun yanı sıra güneş ışınları, yüksek tansiyon, kandaki yüksek yağ düzeyleri ve sigara kullanımı da görülmesinde etkilidir.
KOCAMAN BİR KARA DELİK VARMIŞ GİBİ HİSSEDİLİR
Hastalık ilerledikçe hasta, merkezi görmesini tamamen yitirir ve artık yüzleri seçemez ve okuyamaz olur. Fakat bu hastalar tamamen kör olmaz, çevresel görmeleri hala mevcuttur. Bunu baktığınız yerin ortasında kocaman bir kara delik varmış gibi düşünebilirsiniz. Dolayısıyla bu görüntü çok yetersiz ve can sıkıcıdır. Her rahatsızlıkta olduğu gibi sarı nokta hastalığında da erken tanı ve tedavi çok önemlidir.
SOFRANIZDA BALIĞA YER AÇIN
Kuru tipte görülen sarı nokta hastalığının tedavisinde sadece koruyucu önlemler yeterlidir. Güneş ışınlarından korunmak, yüksek tansiyonu ve kandaki yüksek yağ düzeylerini dengelemek, bunun için kilo kontrolünü sağlamak gereklidir. Ayrıca bu hastalarda omega 3 yönünden zengin beslenme de çok önemlidir. Balık, koyu yeşil ve koyu kırmızı sebze tüketiminin yanı sıra alkol ve sigaranın bırakılması da önerilir. Ayrıca ağızdan alınacak lutein, omega 3, vitamin ve mineral kapsülleri de hastaya önerilebilir.
GÖZ MUAYENESİNİ ÖNEMSEYİN VE AKSATMAYIN
Yaş tipteki hastaların tedavisinde ise son yıllarda en çok uygulanan tedavi; göz içine anti-VEGF (Vasküler Endotheliyal Büyüme Faktörü) ilaç enjeksiyonlarıdır. Bu ilaçlar kanamalara ve sıvı birikimlerine yol açan yeni damar oluşumlarının ilerlemesini geciktirebilir. Tedaviden iyi sonuç alabilmek, erken tanı ve teşhis ile tedaviye uyum ve düzenli kontrollerle mümkün olabilir. Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Op. Dr Fatma Oktay, tüm dünyada en sık görülen körlük nedenlerinden biri olan bu hastalığın önemsenmesini ve belirtiler görüldüğünde ya da aile hikayesinde sarı nokta hastalığı olan kişilerde düzenli göz muayenesi yapılması gerektiğini belirtti.
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 142668
Gizli tehlike benler
Nasıl ki elle meme muayenesi yapıyorsak ‘ben’ muayenesi de yapmalıyız. Çünkü farkında bile olmadığımız o küçücük benler, aslında cilt kanserinin habercisi olabilir. Özellikle el içi, parmak uçları, ayak tabanındaki benler; travmalar nedeniyle malignleşebileceği için daha dikkatli takip edilmeli ve gerekirse cerrahi işlem ile erken dönemde çıkartılmalı
Batıgöz Sağlık Grubu’ndan Dermatoloji Uzmanı Dr. Fahrinnur Yılmaz, benlerin kanserleşmeden erken teşhisi ile ilgili bilgiler verdi…
Benler yani tıptaki adıyla nevüsler, yüzyıllar boyunca kadınlar arasında bir güzellik sembolü olmuş ve yeri gelmiş makyaj ile yoktan var edilmişlerdir. Fakat bu durum, günümüzde özellikle benlerin gizli birer tehlike olabileceği anlaşıldığından beri tersine dönmüş görünüyor.
MELANOM DENİLEN CİLT KANSERİ TÜRÜNE DÖNEBİLİR
Benler; kahverengi, pembe, kırmızı, mavi, siyah, ten renginde olabilmekte, şekli ise yuvarlak, yüzeyi düz ve hafif kabarık olarak görülebilmektedir. Benlerin çoğu zararsız olmakla birlikte melanom denilen cilt kanseri türüne de dönebilir.
Dr. Fahrinnur Yılmaz, nevüslerin dikkatle gözlemlenmesi ve herhangi bir renk, şekil ya da boyut farklılığında çok geç olmadan uzman bir hekime başvurulması gerektiğini belirtti. Bu muayenede dermatoskopi denen bir yöntemle benlerin görüntüsünü büyüterek inceleniyor ve eğer gerekirse biyopsi de alınabiliyor. Bu sayede melanom denen cilt kanseri erken evrede yakalanarak tedavi edilebiliyor. Böyle bir tehdit algılandığında nevüsün cinsine ve bulunduğu yere göre müdahale yöntemi belirlenir.
PARMAKLARA DİKKAT!
Bu benler; Radyokoter, Plexr Lazer, Kriyoterapi ya da cerrahi ile alınabilir. Bunların her biri basit ve bölgesel anestezi ile yapılabilecek işlemlerdir. Radyokoter ya da Plexr Lazer uygulanan bölgede önce kabuklanma olur, daha sonra bu kabuk kendiliğinden düşerek orada pembe bir iz oluşturur. Bu pembe alan zamanla ten rengine geri döner. Yara izinin iyileşmesi alınan nevüsün yani benin derinliğine, büyüklüğüne ve alınan bölgeye göre değişir. Genellikle bu tedaviler tek seansta tamamlanır. Alınan ben (nevüs) duruma göre patolojik incelemeye gönderilir.
Benler mutlaka 6-12 aylık aralıklarla takip edilmelidir. Özellikle el içi, parmak uçları, ayak tabanındaki benler; travmalar nedeniyle malignleşebileceği için daha dikkatli takip edilmeli, gerekirse erken safhada cerrahi işlem ile çıkartılmalıdır.
GÜNEŞİN ETKİSİYLE ÇOĞALABİLİRLER
Benler yani nevüsler doğuştan vücudumuzda bulunabildiği gibi seneler içinde güneş ışınlarının da etkisiyle çoğalırlar. Batıgöz Sağlık Grubu’ndan Dermatoloji Uzmanı Dr. Fahrinnur Yılmaz, “Güneş koruyucusu kullanmak hem benlerin çoğalmasının, hem de cilt yaşlanmasının önüne geçmek için olmazsa olmazlardandır” diyerek “Ayrıca güneşin zararlı ışınlarından korunmak için şapka, güneş gözlüğü kullanılmalı ve cildi olabildiğince direkt güneş ışığından korumalısınız” dedi.
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 147100
Uzun saatler aç kaldıktan sonra iftar yemeğinde mideye aniden ve hızlı bir şekilde yükleniyoruz… Yeterli miktarda sıvı tüketmiyoruz… Fırından yeni çıkmış sıcacık pideyi gereğinden fazla tüketiyoruz… İftar sofrasında, daha da kötüsü sahurda, soframızdan şerbetli tatlıları eksik etmiyoruz… Oruç tutmak aslında son derece sağlıklı olsa da, yaptığımız bu tür beslenme hataları nedeniyle hızlı kilo artışı veya tam aksine sağlıksız kilo kaybından hipoglisemiye, halsizlikten sinirliliğe, baş ağrısından hipertansiyona kadar pek çok sorunla karşılaşabiliyoruz. Bu nedenle Ramazan’da sağlık sorunları yaşamamak için bazı kurallara dikkat etmeniz çok önemli. Peki oruç tutarken neler yapmalı, nelerden kaçınmalıyız? Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayça Güleryüz sağlıklı bir Ramazan için dikkat etmeniz gereken kuralları anlattı, önemli uyarılarda bulundu.
Pideyi tadımlık tüketin
Tatlı ihtiyacınızı hurma ile bastırın
Hurma içerik olarak çok çeşitli vitamin ve minerale sahip. Ayrıca lif, yağ ve protein açısından zengin bir besin. Uzun süren açlık sonrası iftarda düşen kan şekerini dengelemede ve kabızlığı engellemede oldukça fayda sağlıyor. Orucunuzu bir bardak su ve 1-2 adet hurmayla açabilirsiniz. Ayrıca iftar ve sahur arasında, tatlı isteğini kontrol altında tutabilmek için ara öğün olarak da yanında ceviz veya fındık badem gibi yağlı tohumlarla birlikte tüketebilirsiniz. Ancak kalorisi nedeniyle günde 2-3 adet hurmayı aşmamaya özen gösterin. Medine hurmasını ise bir tane yemeniz yeterli olacaktır.
Sahura mutlaka kalkın
Oruç tutarken sahura kalkmayı ihmal etmeyin. Aksi halde kan şekeri ile tansiyon değerleri ve metabolizma hızı düşebiliyor. Bunun sonucunda halsizlik, baş ağrısı, yorgunluk ve dikkat dağınıklığı gibi sorunlar gelişebiliyor. Ayrıca uzun süreli açlık sonrası iftarda aşırı yemek yeme riskiniz artıyor. Bu da hızlı kilo artışına ve hazımsızlık gibi mide problemlerine sebep olabiliyor.
İftarda çok hızlı yemeyin
“İftarda hızlı ve çok yemek midede ağırlık, yanma, bulantı, gaz ile kabızlık gibi sorunlara yol açıyor” uyarısında bulunan Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayça Güleryüz şu önerilerde bulunuyor: “Orucu hafif besinlerle açmaya özen gösterilmeli. Örneğin iftar yemeğine peynir, domates, zeytin gibi kahvaltılıklar veya çorba gibi hafif yemeklerle başlanmalı. Daha sonra biraz ara verilerek ana yemeğe devam edilmeli. Kızartmalardan, yağlı veya kavrulmuş etlerden uzak durulmalı. Beyine giden tokluk sinyalleri midenin dolmasıyla ancak 15-20 dakika sonra gerçekleşiyor. Bu nedenle yemekler çok hızlı değil, çok çiğnenerek yavaş yavaş yenilmeli.”
İftar ile sahur arasında ara öğün yapın
Az ama sık yemeye özen gösterin. İftar sonrasında 2 saat ara vererek ve ardından ufak bir ara öğün yaparak bir anda fazla gıda tüketiminden kaçabilirsiniz. Ayrıca ara öğün ile enerji dengenizi sağlayabilir, sıvı ihtiyacınıza da destek olabilirsiniz. Ara öğün olarak süt, ayran, komposto veya bitki çayı ile sıvı takviyesi yapabilir veya meyve ile kuruyemiş gibi besinlerle lif alımınıza destek olabilirsiniz.
Şerbetli tatlı yerine komposto
Hemen yemek üzerine ve genellikle de fazla tüketilen şerbetli tatlılar hızlı kilo artışına sebep olduğu gibi kan şekerinizin ani yükselmesine de yol açabiliyor. Şerbetli tatlılar yerine sütlü tatlılar, meyve tatlıları, komposto ve hoşaf tercih edebilirsiniz.
Su içmeyi unutmayın
Susama hissi olmasa bile iftar ve sahur arasında 1,5-2 litre su tüketmeye özen gösterin. Sahurda da en az 2-3 bardak su içerek günlük su ihtiyacınızı tamamlamaya çalışın. Sıvı ihtiyacınızı karşılamaya yardımcı olması için süt, ayran, ıhlamur ve kuşburnu gibi içecekleri tüketebilirsiniz. Ayrıca kalorili olmalarının yanı sıra hazımsızlığa da neden olabildikleri için gazlı içeceklerden kaçının.
Çay ve kahveyi abartmayın
Siyah çay ve kahve diüretik etkileri nedeniyle vücuttan su atılımını arttırabiliyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayça Güleryüz bunun yanı sıra içeriklerindeki kafeinin uyarıcı etkisi nedeniyle uykusuzluğa da neden olabildiklerini belirterek, “Bu yüzden siyah çay ve kahveyi çok fazla içmemeye özen gösterin. Her siyah çay ve kahve içtiğinizde yanında bir bardak su içerek sıvı eksiğini kapatmaya çalışın.” diyor.
Salçalı, soslu ve baharatlı besinlere dikkat
Özellikle salçalı, soslu ve baharatlı pişen yemekler çok tuz içeriyorlar. Bu tür pişen yemekler ve turşu ile salamura besinler su ihtiyacınızı daha da artırıyor. Bu sebeple tercih etmemenizde fayda var. Özellikle sahurda peynir, zeytin tüketecekseniz suda bekletin veya tuzsuz olanlarını tercih edin.
Probiyotik ve prebiyotik gıdaları ihmal etmeyin
Azalan öğün sayısı, sıvı tüketiminin aksaması, ağır ve yağlı gıdaların tüketimi gaz, şişkinlik veya kabızlığa sebep olabiliyor. Bu nedenle yararlı mikroorganizma sayısının fazla olduğu kefir, ayran, yoğurt ve turşu gibi probiyotik ile prebiyotik gıdalar tüketerek bağırsak sağlığınızı olumlu yönde etkileyebilirsiniz.
Uyku saatlerinizi ayarlayın
Yapılan birçok araştırmaya göre geç saatlerde uyumak, besin alımını arttırabileceği için kilo artışına sebep olabiliyor. Bu nedenle Ramazan ayı boyunca uyku saatlerinizi ayarlamalı, geç saatlere kadar süren besin alımınızı azaltmalısınız.
İftardan sonra hareket şart
İftar yemeğinden sonra hareket etmek, kısa mesafeli yürüyüşler yapmak yemeklerin sindirimine yardımcı oluyor. Bunun yanı sıra uzun süren açlık nedeniyle yavaşlayan metabolizmayı canlandırmaya katkı sağlayarak kilonuzu korumanıza yardımcı oluyor. Ayrıca kabızlık problemi yaşıyorsanız iftar sonrası yürüyüşler bağırsak hareketliliğini sağlayarak sıkıntıların azalmasını destekleyebiliyor.
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 147202
Her yıl bu zamanlarda halsizlik, gözlerde yanma, burun akıntısı ile karşılaşıyorsanız dikkat! Havanın ısındığı, doğanın canlandığı, güneşin yüzünü gösterdiği bu aylar alerjinin de habercisi... Polenler nedeniyle alerjik astım hastalarını uyaran Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Denizhan Dizdar, saman nezlesi olarak bilinen alerjik rinitin soğuk algınlığı ile karıştırılmaması gerektiğini belirtiyor.
Havaların ısınmaya başlaması ile birlikte pek çok hava akımı ve hava hareketinin kesişiminde bulunan ülkemizde, polen ve alerji mevsimi de başladı. Yaşam kalitesini düşüren, iş ve sosyal hayatı etkileyen yaz gribi vakalarında artış gözleniyor. Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Denizhan Dizdar, alerji ile ilgili bilgiler verdi:
“Alerji, vücudun normalde tepki vermemesi gereken maddelere aşırı reaksiyon vermesi ve hassasiyeti olarak tanımlanabilir. Teorik olarak her mevsimde görülebilir ama bahar ayları ile birlikte ağaçların, bitkilerin canlanması ve çoğalmak için polenlerini havaya dağıtmaları; bu dönemde alerjik hastalıkları artırır.”
BURUN İLTİHABINA YOL AÇABİLİR
“Alerjiye neden olan maddelerin (alerjen), burun mukozasına temas etmesi sonrasında ortaya çıkan akıntı, burun ve gözlerde kaşıntı, hapşırma, boğaz kaşıntısı gibi şikayetlere seyreden rahatsızlığa ‘alerjik nezle’ adı verilir” diyen Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Denizhan Dizdar, “Alerji, nedeni havada bulunan ve solunumla buruna giren parçacıklara karşı gelişen anormal reaksiyondur. Alerjik nezle ile eş anlamlı olarak saman nezlesi, yaz gribi ve alerjik rinit (burun iltihabı) terimleri de kullanılır. Saman nezlesi ile soğuk algınlığının birbirine karıştırılmaması gereklidir” dedi.
GÖZLERİ DE ETKİLİYOR
Dr. Denizhan Dizdar, “Burun, alerjik şikayetlerin ortaya çıktığı en önemli organlardan biridir. Burun içindeki konka dediğimiz etler, alerji nedeniyle olması gerekenden fazla şişer. Çocuğunuz sürekli burnunun ucunu kaşıyor, avuç içiyle burun ucunu siliyor (alerji selamı), gözlerini ovuşturuyor, hapşırıyorsa; alerji akla gelmelidir.”
BAZEN YİYECEKLER DE TETİKLEYEBİLİR
Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Denizhan Dizdar, “Burnu etkileyen alerjik maddeler daha çok solunan havadaki alerjenlerdir. Bazen yiyeceklere karşı olan alerjiler de burnu ve solunum yollarını etkileyebilir. Alerjide en etkili tedavi, alerjik olunan maddeden uzak durmaktır. Fakat bu her zaman mümkün değildir. Böyle durumlarda, antihistaminik, dekonjestan, kortizon türü ilaç veya aşı tedavisi gerekebilir” diyor.