Sağlık
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 9721
Yakında koklayarak iyileşeceğiz…
Bilimin son buluşu: Kokuyla tedavi Gelecekte doktorunuz rahatsızlıklarınız için reçetenize koku isimleri yazarsa şaşırmayın! Çünkü bilim dünyası, tarih öncesinden bu yana kullanılan kokularla ilgili önemli buluşlara imza attı. Derimiz başta olmak üzere birçok organımızın...
Gelecekte doktorunuz rahatsızlıklarınız için reçetenize koku isimleri yazarsa şaşırmayın! Çünkü bilim dünyası, tarih öncesinden bu yana kullanılan kokularla ilgili önemli buluşlara imza attı. Derimiz başta olmak üzere birçok organımızın burnumuz gibi koku aldığı keşfedildi.
NOBEL ALDIRAN KEŞİFTEN SONRA BULUNDU
Klinik Aromaterapist Leyla Çakır, en karmaşık konulardan biri olan koku duyusu ile ilgili heyecan verici buluşlar hakkında şu bilgileri verdi:
“1990’ların başlarında biyologlar koku reseptörlerinin (burnumuzdaki kimyasal sensörler) nasıl çalıştığını çok uzun uğraşların ardından bulabilmişlerdi ve bu çalışmalar neticesinde beynimizin kokular arasında nasıl ayrım yaptığını anlamak mümkün olmuştu. Bu önemli keşif bilim adamlarına 2004 yılında Nobel ödülü getirmişti.
Koku duyusu hakkında hala keşfedilmemiş noktalar olsa da o günden beri epey yol alındı. Bilim insanları koku reseptörlerinin sadece burun içinde değil, birçok fizyolojik fonksiyonda önemli rol oynayarak tüm vücutta yaygın olarak bulunduğunu keşfetti:
Karaciğerde, akciğerde, kalpte, bağırsaklarda, beyinde hatta spermlerde!
KOKU, YARALI DOKUYU İYİLEŞTİRDİ
Almanya’daki Bochum Üniversitesi’nden bir grup bilim insanı, insan derisinde bulunan koku alıcı hücrelerin, burundaki hücrelere benzediğini, cildimizin de aynı burnumuz gibi kokuyu algıladığını keşfettiler. Hasarlı derinin sandal ağacı kokusu olarak bilinen ‘sandolare’ molekülüne maruz bırakıldığında kendini daha hızlı iyileştirdiği gözlemlendi.
Aromakolojik cilt bakım ürünlerinde kullanılan ‘sandalore’un, reseptörlere bağlanarak deri iyileşme sürecinin özelliği olan, hücre bölünme ve taşınma işlemini harekete geçirdiği bulundu. Sandalore’a beş gün boyunca maruz bırakılan hücrelerin çoğalması yüzde 32, hücre taşınması yaklaşık yüzde 50 oranında arttı.
Bu bulgular, bilim insanlarına, yaşlanan deriye kozmetik uygulamalar ya da fiziksel travmalardan sonra iyileşmeyi hızlandıracak yeni tedaviler için düşünme imkanı verdi.
Bir başka bilimsel çalışmada, sperm hücrelerinin yüzeyinde bulunan koku reseptörlerinin, sperm hücrelerinin, döllenmemiş bir yumurtaya doğru yollarını bulmasını sağlayan bir tür kimyasal yönlendirme sistemi işlevi gördüğü bulundu.
St. Louis Washington Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada ise, insan akciğerindeki koku reseptörleri hakkında, zararlı maddeleri soluduğumuzda hava yollarının daralmasına neden olarak zehirli bileşiklere karşı emniyet anahtarı görevi gördüğü bulundu.
10 BİN FARKLI KOKUYU ALGILIYOR
Heyecan veren buluşlara rağmen, koku sisteminin karmaşıklığı yüzünden, bilim insanlarının hala alacak uzun bir yolu var. İnsan burnunda yaklaşık 350 farklı işlevsel türde koku alma reseptörü bulunduğunu ve 10 bin civarı farklı kokuyu algıladığını biliyoruz. Fakat bu bilgi bile her an güncelliğini yitirebilir çünkü bu konuda da çok fazla farklı çalışma var.
Diğer memelilere baktığımızda ise insanlarda çok daha az koku reseptörü olduğunu biliyoruz. Fareler ve diğer hayvanlar yemek bulma, avcılardan saklanma vb için koku alma duyusuna ağır bir şekle bağımlıdır ve onlarda binden fazla farklı türde bulunur.”
Ayrıntılı bilgi için:
Leyla ÇAKIR
Klinik Aromaterapist
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
0533 577 10 30
https://www.instagram.com/leylaaromakoloji/
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 11321
Su sağlık için hayati önem taşıyor. Su içerdiği sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum ve fosfat gibi vücut için önemli olan mineraller içeriyor. Su, insan hayatı için oksijenden sonra en önemli ikinci ihtiyaç olarak gösteriliyor. Çünkü...
Su sağlık için hayati önem taşıyor. Su içerdiği sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum ve fosfat gibi vücut için önemli olan mineraller içeriyor. Su, insan hayatı için oksijenden sonra en önemli ikinci ihtiyaç olarak gösteriliyor. Çünkü kanın %83’ü, kemiklerin %22’si, beynin ve kasların %75’i sudan oluşuyor. Ter, tükürük, idrar gibi vücut sıvılarının üretimi, atıkların atılması, suda eriyen besinlerin emilimi, eklemlerin ve gözün kayganlaşması, vücut ısının düzenlenmesi su ile mümkün oluyor. Memorial Antalya Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Berna Ertuğ 22 Mart Dünya Su Günü nedeniyle, suyun önemi ve sağlığa faydaları hakkında bilgi verdi.
Susuz kalmak hastalıklara neden oluyor
Dünyanın %70’i sudur ve yeryüzündeki su kaynaklarının yaklaşık %0.3′ü kullanılabilir ve içilebilir özelliktedir. Suyun pH değerinin 7,5 – 8,5 arası yani alkali olması idealdir. İçilen suların etiketleri okunmalı, pH değerinin bu aralıklarda olduğu sular tercih edilmelidir.
Sıcak havalarda ve egzersiz sırasında daha fazla su tüketilmelidir. Eğer yeteri kadar su tüketilemezse susuzluk ortaya çıkar. Susuzluğun hafif belirtileri; baş ağrısı, yorgunluk ve kabızlıktır. Uzun süren durumlarda ciddi hastalıklara da neden olabilir.
Suyun yerini hiçbir şey tutmuyor!
Su tüketimi tek başına olduğu gibi süt, çay, meyve suyu gibi alkol dışındaki tüm içecekler ve besinlerden de sağlanır fakat bu içeceklerin suyun yerine geçmeyeceği unutulmamalıdır. Vücut susuz oluncaya kadar susama hissi ortaya çıkmaz. Dolayısıyla susamadan önce su içmek çok önemlidir. Çocuklar ve yaşlılar susama hissini yetişkinlere göre daha az hissettikleri için, su içmeleri hatırlatılmalıdır.
Sağlıklı kişilerde su ihtiyacı; yaşa, iklim koşullarına, tükettiği besinlere, yaptığı fiziksel aktiviteye göre değişir.
• Yetişkinler için ortalama günde 2-3 lt.
• 4-8 yaş çocuklar için 1-1,5 lt.
• 9-13 yaş çocuklar için 1,5-2 lt.
• 14-18 yaş gençler için 2-2,5 lt
Suyun devamlığının sağlanması için bilinçli tüketilmelidir
Su kaynaklarının devamlılığı ve temiz bir gelecek için herkesin doğal imkanları kullanırken dikkatli olması gerekmektedir. Su tüketirken bilinçli olunmalıdır. Örneğin; sebze ve meyveler elde yıkamak yerine su dolu bir kapta yıkanırsa yılda ortalama 18 ton su tasarrufu sağlanabilmektedir. Dişleri fırçalarken, yüz yıkarken suyu akar vaziyette bırakmamak günde 6 litreye kadar sudan tasarruf edilmesini sağlar.
Yeterli miktarda su içmek bunları sağlıyor;
1- Ağız kokusunu önler.
2- Kırık, kepek, dökülme gibi saç problemlerine engel olur.
3- Kabızlık ve bağırsak tembelliği gibi sindirim problemlerinin giderilmesini sağlar.
4- Egzersiz yaparken gerçekleşen kasılma ve krampları önlemede yardımcı olur.
5- Susuz kalmaya bağlı olarak gelişen unutkanlık, dikkat dağınıklığı gibi beyin fonksiyonlarını düzenler.
6- Su stresle savaşmada öncüdür.
7- Emziren anneler için süt yapıcı en önemli kaynaktır.
8- Reflüye iyi gelir.
9- Grip gibi bulaşıcı hastalıklarla savaşırken, vücut direncine katkıda bulunur.
10- Cilt sağlığının korunmasında önemli etkileri vardır. Yeterli miktarda su içen kişilerin cildi nemlenir, parlar, sağlıklı ve genç bir görünüme kavuşur.
11- Vücut ısısını dengeler.
12- Vücuttan ödemin atılmasını sağlar.
13- Yeterli miktarda su içen kişilerde metabolizmayı çalıştırır ve hızlandırır.
14- Su içmek, böbrek rahatsızlıklarından korur.
15- Kan hacmini artırır, hücreler için gerekli oksijen ve besini hızlı bir şekilde taşır ve kalbin daha sağlıklı olmasını sağlar.
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 9328
Kolon kanseri kadın ve erkeklerde en sık rastlanan 3. kanser türü. Yüreklere su serpen haber ise kolon kanserinin önlenebilir ve erken teşhis edildiğinde tedavi edilebilir kanserler arasında yer alması. “Kolon Kanseri Farkındalık Ayı” çerçevesinde...
Kolon kanseri kadın ve erkeklerde en sık rastlanan 3. kanser türü. Yüreklere su serpen haber ise kolon kanserinin önlenebilir ve erken teşhis edildiğinde tedavi edilebilir kanserler arasında yer alması. “Kolon Kanseri Farkındalık Ayı” çerçevesinde düzenlenen söyleşiye Gastroenteroloji Uzmanları Prof. Dr. Bahattin Çiçek ve Prof. Dr. Arzu Tiftikçi, Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er ile Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Erman Aytaç katıldı. Uzmanlar, kolon kanserinin erken tanısı için hiçbir yakınma olmasa bile 45 yaşından itibaren mutlaka kolonoskopi taraması yaptırılması gerektiğine dikkat çektiler.
Polipler kanserleşmeden önce tespit ediliyor
Kolon kanserinin kalın bağırsak duvarında meydana gelen poliplerden geliştiğini söyleyen Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Bahattin Çiçek “Bu aslında önemli bir avantaj. Çünkü bu polipler ancak 8-10 senede kansere dönüşüyor. Eğer polipler kanserleşmeden önce tespit edilip çıkarılırsa kanser daha başlamadan önlenebiliyor” dedi. Prof. Dr. Bahattin Çiçek, 45-50 yaşından itibaren herkesin bağırsak kanseri tarama testi yaptırmasının önemine dikkat çekti. Kolon kanseri taramasında en sık kullanılan iki yöntem ise kolonoskopi ve dışkıda gizli kan bakılması.
Kolonoskopi hem tanı hem tedavide kritik önemde
Birçok kişinin gözünü korkutsa da kolonoskopi işlemi artık çok daha konforlu bir şekilde yapılabiliyor. Önünde bir ışık kaynağı ve kamera olan ince ve uzun bir hortumla yapılan kolonoskopi öncesi hastanın bağırsaklarının tamamen temizlenmesi sağlanıyor. İşleme girmeden önce hastanın durumuna göre uyutucu ilaç da yapılabiliyor. Kolonoskopinin bağırsaklardaki tüm durumu net olarak gösterdiğini söyleyen Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Arzu Tiftikçi, bu yöntem kullanılarak yavaş büyüyen ve çoğu zaman ihmal edilen belirtiler veren bağırsak kanserini hem tespit edebildiklerini hem de kansere dönüşebilecek polipleri çıkardıklarını vurguladı.
Fazla kırmızı et tüketmek riski artırıyor
Kolon kanserinin nedenleri hakkında bilgi veren Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, kırmızı etin fazla, sebze meyvenin az tüketilmesinin kolon kanseri riskini artırdığının altını çizdi. Sebze meyveden yana zengin beslenilmesini ve fast food tarzı beslenmeden uzak durularak lifli gıdaların çokça tüketilmesini öneren Prof. Dr. Özlem Er, alkol, sigara ve obezitenin de kolon kanseri üzerinde olumsuz etkileri olduğunu belirtti. Kolon kanserinin gelişiminde genetik faktörlere de dikkat çeken Prof. Dr. Özlem Er, özellikle ailede genç yaşta kolon kanseri ya da iltihaplı bağırsak hastalığı öyküsü varsa aile bireylerinin kolon kanseri taramalarına genç yaşlarda başlaması gerektiğini kaydetti. Hastalığın tedavisi için kullanılan yöntemler hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Özlem Er, ana tedavi yöntemi olarak hastalığın bulunduğu evreye göre cerrahi, radyoterapi, kemoterapi ve moleküler tedaviler kullanıldığını da sözlerine ekledi.
Kapalı cerrahi yöntemler ile iyileşme kolaylaşıyor
Kolon kanserlerinde ana tedavi yöntemi cerrahi. Ancak bunun ilk etapta uygulanabilmesi için kanserli hücrelerin çok sayıda organa karaciğer, akciğer, beyin gibi, taşınarak o bölgelerde de kanserli dokular geliştirmemiş olması şartı aranıyor. Buna rağmen son yıllarda karaciğer ve akciğere yayılan bağırsak tümörlerinde de o bölgedeki tümörlerin cerrahi yöntemle başarıyla çıkartılabildiğini söyleyen Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Erman Aytaç, tümörle birlikte etrafında bulunan sağlam dokunun bir kısmının, bağırsağı vücuda bağlayan mezenter adlı dokunun ve lenf bezlerinin de çıkartılarak tedavinin başarısının artırıldığını belirtti. “Gerekli durumlarda bağırsak çıkışını bir süreliğine hastanın karnına veriyor (ostomi) ve iyileşme sonrası yine cerrahi müdahale ile bağırsakları tekrar birbirine bağlayarak ostomiyi kapatıyoruz.” diyen Doç. Dr. Aytaç, robotik cerrahi yöntemde açık cerrahiye göre iyileşmenin kolaylaştığı ve hızlandığı, böylece hastanın günlük hayatına çok daha kısa sürede döndüğünün altını çizdi.