Sağlık
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 71770
Bu sorun giderek yaygınlaşıyor!
GAZ VE ŞİŞKİNLİKTEN KURTULMANIN 9 YOLU
Modern çağın getirdiği hareketsizlik ve yanlış beslenme alışkanlıkları günümüzde bazı sağlık sorunlarının daha fazla yaygınlaşmasına neden oluyor. Gaz ve şişkinlik şikayeti de o sorunlar arasında yer alıyor. Acıbadem Kadıköy Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Suna Yapalı “Gaz ve şişkinlik yaşam kalitesini etkileyen önemli bir sorun. Toplumumuzda yaklaşık her 4 kişiden birinde görülüyor ve gastroenteroloji poliklinik başvurularının önemli bir kısmını oluşturuyor. Hastalar, midede ya da karında gaz, geğirme, karında şişkinlik ve aşırı gaz çıkarma yakınması ile başvurmaktadırlar. Gaz ve şişkinlik tedavisi oldukça zordur, hastalar ilaçlara rağmen şikayetleri tekrarladığı için genellikle mutsuzdurlar. Bu nedenle iyi bir hekim-hasta işbirliği ile hastalara zaman ayrılarak sebeplerin ve düzeltilebilir faktörlerin anlatılması başarı oranlarını artıracaktır” diyor. Karında şişkinlik ve gaz yakınmasının altta yatan faktörlerinin mutlaka araştırılması gerektiğini belirten Doç. Dr. Suna Yapalı, herhangi bir hastalıktan kaynaklanmıyorsa kişinin tükettiği besinler ve yaşam tarzı ile ilişkili olduğunu, alınacak bazı önlemlerin sorunla mücadelede fayda sağlayabileceğini söylüyor. Doç. Dr. Suna Yapalı, gaz ve şişkinliktene kurtulmanın 9 yolunu anlattı, çok önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
1. Aşırı hava yutmayın!
Yutulan hava, sindirim sistemindeki gazın en önemli sebeplerinden birisi. Hızlı yemek yemek, yemek yerken konuşmak, sakız çiğnemek, sigara, puro ya da pipo kullanmak, içecekleri pipetle içmek, derin iç çekmek daha fazla hava yutulmasına neden olurken gaz ve şişkinliğe yol açıyor. Hava dışarı atılamazsa aşağıya bağırsaklara inerek karında dolgunluk, şişkinlik ve ağrıya yol açabiliyor. Bu nedenle telaşeden uzak, iyice çiğneyerek yemek yemeli, yerken çok konuşmamalı, katı besinleri su ile yutmamalı, içecekler geniş ağızlı bardaklardan içilmeli, puro, pipo, sigara içmemeli, ağız açık uyumamalı ve derin iç çekmelerden kaçınılmalı.
2. Az yağlı ve küçük porsiyonlar tüketin
Bir oturuşta büyük porsiyonlar yerine, daha az ve daha sık yemeye özen gösterin. Yemekler az yağlı olmalı çünkü yağ ve hava beraberliğinde mide içerisindeki basınç artıyor, ayrıca yağlı gıdalar mide boşalımını yavaşlatarak karında rahatsızlık ve şişkinliğe yol açıyor.
3. Yemek sonrası uzanmayın
Kişinin oturuş ve duruş şekli gazın bağırsaklara iletilmesinde önemli rol oynuyor. Oturma pozisyonunda yutulan hava yemek borusundan geri çıkarak ağızdan atılırken, yatar pozisyonda ise ince bağırsaklara geçiyor. Yemeklerden sonra sırt üstü yatmayın. Dik oturun, ayakta durun ya da yürüyüş yapın. Ayrıca bazı kişilerde yapısal olarak karın kaslarındaki gevşeklik ve yemek sonrası kambur oturmaya bağlı olarak bağırsaklardan gaz çıkışı sağlanamıyor.
4. Yürüyüş ve egzersiz yapın
Fiziksel aktivite bağırsakları daha düzenli hareket ettirerek gaz atılımını ve dışkılamayı kolaylaştırıyor. Yemeklerden 2 saat sonra yapılan yürüyüş gazın atılmasını sağlıyor. Ayrıca yoga gibi karın kaslarını çalıştıran egzersizler de sindirim kanalından gaz çıkışına fayda sağlıyor.
5. Laktoz intoleransına dikkat
Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Suna Yapalı “Bazı kişiler belirli karbonhidratları sindiremezler. Klasik bir örnek, süt ürünlerinde bulunan ana şeker olan laktozdur. Bu nedenle, büyük miktarlarda laktoz içeren süt, yoğurt, ayran, krema, tereyağı ve dondurma tüketmek, kramp ve ishal ile birlikte artan gaz üretimine yol açabilir. Laktoz içerikleri düşük olduğu için kaşar peyniri, beyaz peynir, süzme peynir, labne peynir ve lor peyniri gibi peynir türleri ciddi semptomlara yol açmıyorsa tüketilebilir” diyor.
6. Sebze, meyve ve lifli gıdada aşırıya kaçmayın
Lifli gıdalar sindirim sistemi sağlığı için gerekli ancak lifli gıda alımını yavaş yavaş artırın ve vücudunuzun adaptasyonunu sağlayın. Aşırı sebze ve meyve tüketiminin de gaz üretimini artıracağını unutmayın.
7. Gazlı, şekerli içecekler ve tatlandırıcılardan uzak durun
Gazlı içecekler, maden suyu, kola, bira, soda, fruktoz içeren meyve suları, tatlandırıcılar ve bu tatlandırıcıların kullanıldığı sakızlar dahil ürünler ile efervesan tabletlerden (suya atıldığı zaman küçük gaz kabarcıkları çıkartarak köpüren eriyen tabletler) uzak durun.
8. Bu besinleri tek başına tüketerek diyet listesi tutun
Brüksel lahanası, lahana, brokoli gibi gıdalar daha fazla gaz üretimine yol açarak gaz ve şişkinlik yakınmasına yol açabiliyor. Bunun yanı sıra, sarımsak, soğan, fasulye, nohut, bakla, bezelye, havuç, kereviz, patates, patlıcan, mantar, turp, pırasa, kuru üzüm, muz, kayısı, erik, kiraz, çilek, kavun,karpuz, elma, ekşi meyveler (portakal, kivi, armut), şeftali, bulgur, mercimek, buğday tohumu, simit, hamur işleri, çok şekerli tatlılar da gaz üretimini artırıyor. Kişiden kişiye farklılıklar olmakla beraber gaz ve şişkinlik yakınmanız varsa bu gıdaları tek başına tüketin. Diyet günlüğü tutarak şikayetinizi artırdığını tespit ettiğiniz gıdadan uzak durun.
9. Psikiyatrik destek almaktan kaçınmayın
Huzursuz Bağırsak Sendromu'nda, bağırsaktan mesaj taşıyan sinirler aşırı aktif oluyor ve normal miktardaki gazın daha fazla ve daha aktif hissedilmesine yol açıyor. Karın ağrısı, şişkinlik, ishal ve/veya kabızlığa neden olabiliyor. Huzursuz Bağırsak Sendromu tanısı organik bir hastalık dışlandıktan sonra konulmalı. Hekim önerisi doğrultusunda ilaç tedavisi ve gerektiğinde psikiyatrik destek almaktan kaçınmayın.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx Kutu xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Dikkat! Gaz ve şişkinlik bu hastalıkların belirtisi olabilir!
Gaz ve şişkinlik; sindirim sistemi veya diğer karın içi organ kanserleri, bağırsak enfeksiyonları, inflamatuar bağırsak hastalıkları, karaciğer sirozu, kronik pankreatit ya da çölyak hastalığı gibi önemli hastalıkların habercisi olabilir. Ayrıca hassas bağırsak sendromu veya laktoz intoleransı gibi altta yatan organik bir problemin olmadığı ancak kişinin yaşam kalitesini bozan durumlara bağlı da oluşabilir. Organik bozukluklar dışlandıktan sonra altta yatan hastalığı olmayanlarda şişkinliği ve gazı önlemeye yönelik önlemlerle sorunun önüne geçilebilir.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx Kutu xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Glutensiz beslenmeyi hekiminiz önerirse uygulayın!
Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Suna Yapalı “Şişkinlik şikayeti olan pek çok kişi kendisinde gıda intoleransı olduğundan şüphelenerek gıda intolerans testlerine başvurmaktadır. IgG temelli kan örneği ile yapılan ticari testler gıda intoleransı olmayan kişilerde bile yüksek sonuçlar verebilmekte, hatta hayatınızda hiç tüketmediğiniz bir gıdaya bile intolerans olduğunu gösterebilmektedir. Bu testler pahalıdır ve kanıt değerinin düşük olması nedeniyle Allerji, İmmunoloji ve Gastroenteroloji otoritelerince önerilmemektedir. Bunun yerine gıda intoleransından şüphe edilen gıdaların diyetten belirli bir süre ile çıkarılması, şikayetlerin ortadan kalkması ve diyete ilave edilmesiyle şikayetlerin tekrarlaması tanıya yardımcıdır. Ayrıca glutensiz diyet sektörünün büyümesi ile glutenin şişkinlik yaptığı inancı yaygınlaşmış ve glutensiz beslenme alışkanlığı meşhur olmuştur. Ancak bilinçsizce glutensiz beslenme, uzun dönemde kalp ve damar hastalıkları, diyabet, obezite, kalp ve damar hastalıkları riskini artırmaktadır. Bu nedenle Çölyak hastalığı tanısı konulan kişiler dışında uygulanmamalıdır.
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 71326
Diyabetik ayak, her 5 diyabet hastasından birinin hastaneye ilk başvuru sebebi…
Diyabet, vücutta insülin hormonunun azalması ve buna bağlı olarak kandaki şeker seviyesinde yükselme ile seyreden kronik bir hastalık. Kan şeker seviyesinin kontrolsüz şekilde yükseldiği ve hastalığın kontrol altına alınmadığı durumlarda, uzun dönemde başta gözler ve böbrek olmak üzere pek çok organda hasar meydana gelebiliyor. Diyabetik ayak adı verilen klinik tablo, bu hastalığın seyrinde görülebilen durumlardan bir tanesi.
Diyabet tanısı konmamış hastalar, diyabetli olduklarının farkında olmadan yüksek kan şeker seviyeleri ile yaşamlarına devam ettikleri dönemde; diyabetik ayak gelişimi nedeni ile hastaneye başvurabiliyor.
Kan şekerinin kontrolsüz şekilde yüksek seviyede olmasının öncelikle sinirlere ve küçük damarlara etki ettiğini belirten Acıbadem Fulya Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Cem Arıtürk, “Ayaklarda, ellerde (özellikle bilek bölgesi) ve daha ilerisindeki sinirlerde harabiyetin başlaması ile dokunma ve ağrı hissi ortadan kalkıyor. Diyabetik hastalarda meydana gelen kuruluk ve küçük cilt çatlaklarının yanı sıra sürekli ayakkabı travması veya küçük çarpma tarzı travmalar, bu sinir hasarı nedeni ile tam olarak hissedilemiyor. Bu nedenle, özellikle erken dönemde ufak önlemler ile önüne geçilebilecek problemler, uzun dönemde büyük sorunlara dönüşebiliyor.
Diyabetik hastalarda yine bilek seviyesi ve daha ilerisinde meydana gelen damar tıkanıklıkları, ayaklardaki beslenme sorunlarının en büyük nedeni olarak karşımıza çıkmakta. Başlangıç dönemlerinde çok ciddi sorunlara yol açmasa da hastalığın ilerlemesi ile belirtiler ortaya çıkmaya başlıyor. Ayaklarda kendiliğinden ortaya çıkan veya travmalarla meydana gelen yaraların iyileşmesi, damar tıkanıklığı nedeni ile daha zor bir hale geliyor. Bununla birlikte bu y araların iltihaplanması durumunda sonunda bacağın çeşitli seviyeden kaybına dek ilerleyebilecek ciddi tıbbi süreçlerle karşı karşıya kalınabiliyor” dedi.
Belirtileri Nelerdir?
Hastalığın birçok belirtisi olduğunun altını çizen Dr. Cem Arıtürk, sözlerine şöyle devam etti: “Diyabetik ayak hastalarında ilk görülen bulgular ayaklarda hissizlik, elektrik çarpması hissi ve uyuşmalar. Bununla birlikte ayaklarda üşüme en sık karşılaşılan şikayetlerden. Ağrı hissinin azalması sebebi ile travmalara maruz kalınması ve buna bağlı olarak yara oluşması ihtimali artıyor. Tüm bunların yanında ayak kaslarında esnekliğin azalması, ayakta şekil bozukluklarına ve ayakta dururken yük dağılımının bozulmasına neden oluyor. Bu süreç, ayakta oluşabilecek yaraların iyileşmesi önündeki engellerden bir diğeri.”
Ayak Bakımına Özen Göstermek Gerekiyor
Diyabetik hastaların ayak bakımlarına özen göstermesinin oluşabilecek süreçlerin engellenebilmesi için alınabilecek ilk ve en temel önlem olduğunu belirten Dr. Cem Arıtürk, “Kan şeker seviyelerinin normal sınırlarda tutulması diyabetik ayak sorunu yaşama riskini en aza indiriyor. Bu nedenle beslenme düzeninin sağlanması, ilaçların aksatılmadan kullanılması ve egzersizlerin ihmal edilmemesi her diyabet hastasının olmazsa olmazları. Ayakların kurumasının engellenmesi, ayak şekline uygun ve rahat ayakkabıların giyilmesi, gerektiği durumlarda ortopedik tabanlıklar kullanılması sorunların ortaya çıkma ihtimalini azaltıyor. Bununla birlikte ayakların günde iki kere yıkanması ve yıkandıktan sonra çok iyi bir şekilde kurulanması, oluşabilecek yaralarda iltihap gelişiminin önüne geçmek için uygulanması gereken ilk basamak işlemlerden. Ayaklarda nasır oluşumu nemli bir sürecin ilk işareti olabileceği için nasırların koparılmaması çok önemli.
Herhangi bir şekilde ayaklarda hissizlik, kuruma, çatlak gibi sorunlar başlamış ise düzenli olarak diyabetik ayak bakımı uygulayan merkezlere başvurmak gerekli. Bununla birlikte ayakta herhangi bir nedenle oluşan yara mutlaka önemsenmeli ve yine diyabetik ayak konusunda uzman bir klinikte gerekli tedaviye başlanmalı.”
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 64318
KULAKTAN DOLMA BİLGİLER İLE DEĞİL BİLİMSEL VERİLER İLE AŞIYI ARAŞTIRIN
SAĞLIKLI NESİLLERİ AŞIYA BORÇLUYUZ
HASTALIKLARA KARŞI KALKANINIZ AŞI OLSUN
7’den 70’e hastalıklardan koruyan aşı, günümüzde sağlık bilimi açısından en önemli gelişmelerin başında yer alıyor. Uzun yıllar boyu insanlığı etkileyen hastalıklar, aşının koruyucu etkisi ile günümüzde korkulur olmaktan çıktı. Günümüzde hala bazı ebeveynler, çocuklarına aşı yaptırmaktan çekinse de uzmanlar hastalıklara karşı hayatta olmamızı aşı yaptırılmasına borçlu olduğumuzu söylüyor.
Türkiye İş Bankası İştiraki Bayındır Kavaklıdere Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Füsun Kitapçı Uysal, aşının gelişimi ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu:
• Aşı, bazı hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak için vücuda enjekte edilen ölü ya da zayıflatılmış bakteri ve virüsler demektir. Şu anda hayattaysanız anneniz tetanos aşısı olduğu için ya da babanıza kolera aşısı yapılmış olduğu için olabilir. Belki de küçüklüğünüzde kızamık aşısı olmasaydınız, bu günleri göremeyecektiniz. Uçuş korkunuz olmayabilir ama çocuğunuz, uçakta öksüren birinden her an menenjit mikrobu alabilir.
• Mikroplar pek çok nedenle vücudumuza yerleşebilir. İshal, hapşırma, öksürme, kaşınma, açık yaralar, kan ve vücut sıvıları yolu ile insandan insana bulaşıcılık mümkündür. Sivrisinekler ya da keneler de hastalıklara neden olan mikropları taşırlar. Hiçbir şey yapmadan yediğimiz ya da içtiğimiz gıdalarda bulunan mikroorganizmaların ağız yolu ile vücuda alınması da vücudumuzda çeşitli hastalıkların oluşumuna neden olabilir. Eskiden ölümcül olan hastalıkların çoğu aşı nedeniyle kontrol altına alınsa da, turistik seyahatler ve göçlerin arttığı, sınırların kalktığı günümüzde aşısı olmayan ya da hastalık taşıyıcısı olan insanlar aracılığı ile hastalıklar çok hızlı yayılabiliyor.
• Hekimin birincil görevi sağlıklı kişinin sağlığını korumasını sağlamak yani koruyucu hekimliktir. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı olarak çocuğun gelişimini, beslenmesini ve bağışıklanmasını izlemek en önemli görevimizdir.
AŞI İLE SAĞLIKLI NESİLLER
• Yüzyıllarca süren ve son yüzyılda hızlanan bütün teknolojik gelişimeler sayesinde uzaya gidiyoruz, Dünya’nın öbür ucu ile anında konuşabiliyoruz, oturduğumuz yerden Louvre Müzesini gezebiliyoruz. MR ile kanser teşhisi yapabiliyor, pek çok hastalığı yeni ilaçlar sayesinde tedavi edebiliyoruz.
• 100 kişiden otuzunu öldüren çiçek hastalığından, anne karnında %40’a varan sakat doğuma neden olan kızamıkçıktan, kurtulma şansının olmadığı kuduz veya yenidoğan tetanozundan korunabiliyorsak, 1998’den beri ülkemizde çocuk felci vakası ile karşılaşmıyorsak, aşıları bulan bilim insanlarına, yaygınlaştıran ve günlük hayatımıza sokan sağlık çalışanlarına çok şey borçluyuz. Koruyucu hekimlik ve bunun temel taşı olan aşılar ihmal edilmemeli, bilimsel olmayan söylentilere kulak asmamalıyız.
ESKİ UYGARLIKLARDAN BU YANA AŞILAMA
• Aşılama artık herkesin yakından bilgi sahibi olduğu sağlık bilgisi olsa da aşının ortaya çıkışı uzun yıllara dayanıyor. Yazılı kayıtlara göre MÖ 560 yılında Çinlilerin “Variolasyon” olarak tanımlanan ilkel aşılama yöntemleri varmış.
• Variolasyon, çiçek hastalığını hafif geçirmekte olan hastaların yaralarının kabukları kurutularak, tozların buruna inhalasyon yolu verilmesi ile veya sıklıkla tozun sulandırılıp çizilen deriden vücuda inokulasyonu ile uygulanmaktaydı.
• Osmanlı hamamlarında variolasyon yönteminin uygulandığına tanık olan İngiliz Konsolosunun eşi Lady Mary Montagu, 1718 yılında çocuğuna çiçek aşısı yaptırmak için izin istediği Papa’ya bir mektup yazarak bu yöntemin batı ülkelerine duyurulmasını sağlamıştır.
• 1796 yılında Edward Jenner ilk canlı viral aşı olan çiçek aşısı ‘Cowpox’ veya ‘Vaksinia’ fikrini geliştirerek bilimsel olarak tıpta bir çığır açmış ve modern immünolojinin temellerini kurmuştur. Jenner’den 100 yıl sonra Pasteur tarafından enfeksiyon hastalıklarının kaynağının mikroplar olduğunu keşfedilmiştir.
• Pasteur, 1885 yılında daha önce köpeklerde etkinliğini kanıtladığı kuduz aşısını, bir köpek tarafından ısırılmış olan Joseph Meister adlı kişiye uygulamıştır. Bu uygulama insan bağışıklamasındaki en önemli atılımdır. 1892 yılında Laffnike adlı araştırıcı kolera aşısını, 1896 yılında Wright tifo aşısını geliştirmiştir. Bugün BCG adıyla bildiğimiz tüberküloz (verem) aşısı, Calmette ve Guerin tarafından 1921 yılında geliştirilmiştir. 1927 yılında Ramon ve Zoeller tetanos aşısını üretmişlerdir. Bundan sonra kullanıma sunulan çeşitli aşılar birbirini izlemiştir.
İNSANLIK TARİHİNE EN ÖNEMLİ ARMAĞAN
• Aşı insanlık tarihindeki önemli buluşlardan birisidir. İnsanlık, uzun zaman boyunca bulaşıcı hastalıklar ile uğraşmış, sterilizasyon ve aşıların bulunması ile tıpta çok önemli yollar kat edilmiştir. Aşının olmadığı dönemlerde:
• Veba salgınları 1346-1352’de Avrupa nüfusunun dörtte birini öldürmüştü.
• 1618 yılında 20 milyon olan Meksika’daki İnka nüfusu çiçek hastalığı nedeni ile 1,6 milyona düşmüştü.
• 1779’da Hawai’de nüfus tifo nedeniyle 500 binden 84 bine düşmüştü.
• 1880’lerde Kanada’da her 100 yerliden dokuzu tüberküloz hastasıydı.
• 1. Dünya savaşı sonrası 21 milyon kişi gripten (H1N1) ölmüştü.
AŞILANMA ÖMÜR BOYU DEVAM EDER
• Tüm bu veriler unutulmadan, çocuklarımızın aşılarını dikkatle takip etmeliyiz. Yaşları büyüse de, yılda en az bir kez çocuk doktoru veya aile hekimi ile temas ederek, hatırlatma dozları ve yeni aşılar ile ilgili bilgi edinmeliyiz. Aşı takibinde önemli olan aşı kartlarını kaybetmemeliyiz. Son olarak, güvenilir kaynakları tercih ederek, bilgi kirliliği ile mücadele edelim.
Bayındır Sağlık Grubu Hakkında:
Bayındır Sağlık Grubu’nun temeli, 1992 yılında o zamanki adıyla Bayındır Tıp Merkezi ile hizmet vermeye başlayan Bayındır Hastanesi’ne dayanmaktadır. İş Bankası iştiraklerinden olan grup, kısa sürede sağlık alanında referans kurumlardan biri haline gelmeyi başarırken, bunda tam zamanlı çalışan deneyimli hekim kadrosunun yanı sıra, hedeflenen nitelikli hizmet anlayışını sağlamak için kurum tarafından özümsenen temel değerler de önemli rol oynamaktadır. Etik değerlere saygılı, kanıta dayalı tıp ve hasta odaklı hizmet anlayışına sahip Bayındır Sağlık Grubu, Bayındır Söğütözü Hastanesi ile başlayan bu anlayışını kısa sürede Bayındır Kavaklıdere Hastanesi, Bayındır İçerenköy Hastanesi ve Bayındır Levent Tıp Merkezi’nin yanı sıra, İstanbul’da sayısı 5’e ulaşan Bayındır Diş Klinikleri ve İzmir’de bulunan Bayındır Alsancak Diş Kliniği’nde de başarıyla uygulayarak, vermekte olduğu sağlık hizmetinin etki alanını genişletmiştir.
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 46547
Ramazan’a sayılı günler kala bu önerilere dikkat!
11 ayın sultanı Ramazan’a sayılı günler kaldı. Ramazan bu yıl yakıcı yaz sıcaklarına denk gelmiyor ama uzun açlık ve susuzluk süresi nedeniyle, metabolizmayı şimdiden bu sürece hazırlamakta fayda var. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman sağlıklı bir Ramazan için şimdiden dikkat etmeniz gereken noktaları sıraladı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
Salatayı artırın, tuzu azaltın
Sağlıklı bir bağırsak sisteminin vazgeçilmezi bol taze yeşil sebzeler. Bu besinlerin su ve posa içeriği yüksek, kalorileri yok denecek kadar az. Bu nedenle her yemeğin yanında bol salata tüketmeye özen gösterin. Böylece diğer besinlerden alacağınız yüksek kaloriyi azaltabilir ve bağırsak hareketlerini hızlandırarak sindirim sisteminizi Ramazan’a hazırlayabilirsiniz. Ancak salataya tuz yerine limon sıkarken, yemeklere de fazla tuz eklemekten kaçının. Zira aşırı tuz tüketimi ödemlere yol açıp, kan basıncını yükseltebiliyor. Tuzu şimdiden azaltın.
Kafeini kısıtlayın, bol su tüketin
Çay, kahve ve kola gibi içeceklerde bulunan kafein kronik tüketildiğinde bağımlılık yaptığı gibi sindirim sorunlarına da yol açabiliyor. Ayrıca idrar söktürücü etkisi ile vücutta bulunan suyun böbreklerden atımını hızlandırarak su kayıplarına neden oluyor. Bu nedenle Ramazan’a hazırlık sürecinde kafeini azaltmaya, onun yerine bol su tüketmeye gayret edin.
Basit değil kompleks karbonhidratları tercih edin
Çok fazla besin değeri olmayan ancak çok yüksek kalorili tatlı, beyaz un, çikolata, şekerli aromalı içecekler gibi basit karbonhidratlı yiyecek ve içecekler kan şekerinde ani iniş ve çıkışlara yol açıyor, sık sık acıktırıyor. Bulgur, tam tahıllı ekmek, yulaf gibi kompleks karbonhidratlar ise fazla miktarda vitamin, mineral ve posa içerdiğinden tok tutuyor. Bu nedenle basit karbonhidratlardan şimdiden uzak durmaya başlayın ve Ramazan’da da daha geç acıkmak için kompleks karbonhidratları tercih edin.
Yoğurt ve kefiri eksik etmeyin
Yoğurt ve kefir tüketmek sindirim sistemini Ramazan’a en güzel şekilde hazırlamakta oldukça etkili. Bu gıdalarda bulunan bağırsak için yararlı bakteriler, hem Ramazan öncesi hem de Ramazan’da sindirim sistemi ile ilgili yaşayabileceğiniz olası sorunları da önlemeye yardımcı oluyor.
Et ve sebzeyi bir arada tüketin
Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman “Etli/kıymalı veya tavuklu sebze yemekleri hem protein ihtiyacınızı karşılamaya hem de sebzelerin posasından ve vitaminlerinden faydalanmaya yardımcı olacaktır. Sebze ve proteini bir arada almak da Ramazan öncesi sindirim sistemini rahatlatacak, Ramazan’da da uzun açlık sürecindeki hazım sorunlarından koruyacaktır.” diyor.
- Kategori: Sağlık
- Gösterim: 27289
En hassas organlardan olan gözlerimiz birçok kişi tarafından ihmal ediliyor. Oysaki göz sağlığı bütün hayat kalitesini etkileyen ve son derece önemli bir durum. Ancak gözlerimizle ilgili ne kadar bilgiye sahibiz? Göz sağlığımız için nelere dikkat ediyoruz? Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Fatih Atmaca, dünyaya daha güzel gözlerle bakmanın püf noktalarını anlattı…
Göz muayenesine 30 dakika ayrılmalı
Gerçekleştirilecek kapsamlı bir göz muayenesi sayesinde gözleri etkileyen rahatsızlıkların yanı sıra şeker, yüksek kolesterol, tümör, tiroit, yüksek tansiyon ve bağışıklık sistemini etkileyen pek çok hastalığın teşhisinin mümkün olduğunu belirten Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Fatih Atmaca, “Göz muayenelerinden sağlıklı sonuç alınabilmesi için en az 30 dakika ayrılması şart. Bu süreçte mutlaka göz damlası kullanılarak göz diplerinin kontrolünün gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bu şekilde gerçekleştirilen muayeneler rutin hale getirildiği takdirde, gözde oluşabilecek veya gözden tanısı koyulabilecek pek çok hastalığın da erken teşhis ve tedavisi mümkün olabilir” dedi.
Sağlıklı kilo korunmalı
Doğru ve düzenli beslenmenin de göz sağlığı açısından büyük önem taşıdığına değinen Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Fatih Atmaca, şu şekilde açıklamalarda bulundu: “Omega-3 yağ asitleri, C ve E vitaminleri, çinko ve lutein, makula dejenerasyonu ve katarakt riskinizi azaltabilir. Ispanak ve lahana gibi yapraklı yeşilliklerle birlikte yağlı balık, somon, uskumru ve hamsi tüketin. Çinko içeriği yüksek yiyecekler arasında et, kabuklu deniz ürünleri, fındık ve badem bulunur. Ayrıca, dengeli bir beslenmeye devam ederek ve sağlıklı bir kiloyu koruyarak, Tip 2 diyabet olasılığını düşürürsünüz. Diyabet; görme bozukluğu, glokom ve hatta körlüğe neden olabilecek kronik bir hastalıktır.”
Kaliteli bir güneş gözlüğünüz olsun
Güneş gözlüğü kullanımının da gözlerimizi korumada yardımcı olacağını dile getiren Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Fatih Atmaca, “Tıpkı cildiniz gibi gözleriniz de ultraviyole (UV) korumasına ihtiyaç duyar. Uzun süre güneş ışınlarına maruz kalmak; katarakt, makula dejenerasyonu ve pterygium gibi birtakım hastalıklara yol açabilir. Mutlaka UV ışınlarının yüzde 99-100'ünü engelleyen kaliteli bir güneş gözlüğü kullanın” dedi.
Sigarayı bırakın
“Sigara içmek görme sinirinize zarar verebilir, katarakt ve makula dejenerasyonu riskini artırabilir” diyen Dr. Fatih Atmaca son olarak şu uyarıda bulundu: “Sigarayı bırakmak konusunda zorlanıyorsanız, bir uzmana danışmanız faydalı olacaktır. Sadece göz sağlığınız için değil, tüm bedeniniz için sigara içmemeli, içiyorsanız bir an önce bırakmalısınız.”